5 Aralık 2006 Salı

Heybe Potter ve Sırlar Odası


Heybe Porter'ın hami ailesi Karaerik'ler o yaz öylesine çekilmez olmuşlardı ki, Heybe bir an önce sihirbazlık okulu Yaşar Doğu'ya geri dönmek için can atmaktadır. Eşyalarını toplarken ortaya çıkan ev cini Komoçko ise onu uyarır: Yaşar Doğu'ya dönerse bir felaket olacaktır...

Heybe Porter, tasını tarağını, tıraş bıçağını, yine sihirbaz olan annesinin elleri ile diktiği banyo lifini heybesine atar, Casio kol saatini takar ve Gazanfer Bilge'den bilet alır, Yaşar Doğu sihirbazlık okuluna gitmek için Harem'den yola çıkar.

Yaşar Doğu'ya geldiğinde ortalık yine yıkılıyordur. Herkes elindeki sihirli asalarıyla birbirine eşek şakaları yapmaktadır. Heybe Porter için eşeğin ezoterik bir anlamı olduğundan dolayı, eşek şakalarından hiç hazetmez ve yapanlara karşı da mesafelidir.

Heybe Porter'ın sihirbazlık alemlerinde kankaları olan Tahsin ve Necla da Heybe'nin bu duruşuna son derece saygılıdırlar.

Yeni öğretim yılı, öğrencilerin İstiklal Marşı'nı ve andımızı okumasıyla başlamıştır. Okul Müdürü Abdurrahman Pordoğan Bey, öğrencilere bu seneki okul hedeflerini, akabinde bölüm hedeflerini başarı kriterlerini aktarmış ve performanslarının nasıl değerlendirileceği hakkında genel bilgiler vermiştir. Tuvaletleri temiz kullanmaları, asalarıyla tuvalete girmemeleri aksi takdirde çarpılabilecekleri konusunda uyarılarda bulunmuştur.

Heybe, Tahsin ve Necla üçü tekrar bir araya gelmiş, üçü bir arada olmuşlardır ve bir Cafe Crown arası vermişlerdir. Onlar fındık ülkesinde fındık aromasının lezzetini yaşarken okulda olanlar olmaktadır. Sırlar Odası açılmıştır...



Oda'nın açılmasıyla ortaya çıkan karanlık bir güç, Yaşar Doğu'dakileri eşeğe çevirmeye başlamıştır. Tüm öğrenciler yavaş yavaş eşek olmaktadır. Heybe, hayatını tehlikeye atarak, Odanın elli yıllık ölümcül gizemini çözmeye çalışır.

Kahramanımız Heybe Porter, ne var ne yok tüm çarşafı dökmüştür. Adeta olayı çözmek uğruna kendini psikopata paralel bağlamıştır. HTML, MHTML ve XML dillerine doğuştan hakim olan Heybe Porter, bu dil bilgisi sayesinde her şeyi ortaya çıkarmıştır. Sır falan kalmamıştır!...

Sırlar odasının kapısı internet denilen, terliksi organizma tarafından açılmıştır. Internet, bahsi geçen karanlık gücün ta kendisidir. Hakkıyla kullanmayı bilenlerin de aydınlanma gücüdür. (Dış ses toplumsal mesaj)

Esaretin zincirini boynundan sıra sıra çıkaran sırlar, bilgiler kendilerini odanın dışına atmışlar ve insanları bilgi eşeğine dönüştürmüşlerdir. İnsanlar da neye uğradığını şaşırmış, her çeşit bilgiyi; her formatta, her platformdan talep etmişlerdir. Hayatlarını bilgi ağlarıyla örmüşler, kendi ağlarında kendi kurbanları olmuşlardır, kendilerini dinlemeye, okumaya zamanları kalmamıştır.

Hatta öyle bir seviyeye gelmişlerdir ki, madde içi hayatta perende üzerine perende atarken, madde ötesi hayatın, ruhlarındaki daimi ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlayıp, arada bir bu nöbetçinin selamını alıp yine kendilerini sürükleyen çarklara takılmaya devam etmişlerdir.

İşte kahraman Heybe Porter'ın filmsel kahramanlığı burada devreye girer. Heybe Porter, arkadaşları Tahsin ve Necla ile birlikte okulda heybe felsefesini anlatmıştır. Eylemler, eylemsizlikler düzenlemişlerdir. Etkin mecralar alıp heybe mesajlarını doğru yerlerde konumlandırmışlardır.

Artık Yaşar Doğu Sihirbazlık Okulu heybeci kaynamaktadır... Tek tük kalmış bir kaç bilgi eşeği de nazarlık olarak okul bünyesinde barındırılmaktadır.

Özet olarak, Heybe Porter ve Arkadaşları, Haybeye değil Heybeye koşmuşlar ve Sırlar Odasını kapısına güzel bir arabirim oluşturmuşlardır. Artık bu arabirim sayesinde, öğrenciler, bilgiyi önce süzecek sonra anlayacak sonra da anlamlandıracaklardır.

y=f(yuce) | Yüce Zerey

27 Kasım 2006 Pazartesi

Multinational'da bir Bayram Sabahı

Business Causal pantalonumu yine ütüleyememiştim, acaba bundan dolayı, yıl sonu performans değerlendirmesinde benefitlerimde bir azalma olacak mıydı? Bizim team beni adam gibi evaluate edecek miydi? İşte kafamdaki bu tarz saçma sapan discussionlarla şirkete geldim.

Dur bir dakika....Identity kartımı unutmuşum. Shit...!. Ohhh come onnnnn...

Hemen girişteki deskten bizim team asistanı aradım. Sağolsun hemen back up sağladı. Deskten identityi okutup geçerken bir yandan security olarak görev yapan adamın, yıl sonunda tutturması gereken hedefleri, yetiştirmesi gereken bütçeleri, yazması gereken raporları, istemeyerek de olsa çıkması gerektiği akşam yemekleri, katılması gereken duygusuz toplantıları olmadığını, mutlu bir aile hayatı olduğunu, ve kendisine vakit ayırabildiğini düşündüm ve öykündüm.

Zihin coğrafyamda bu aralar muson iklimi hakimdi, dolayısıyla denizden karalara esen kuvvetli rüzgarlarla bir oraya bir buraya savruluyordum. Adeta instant denilen anlarda aynı anda hem ağlıyor hem de gülüyordum. Hem yapıyor, hem sorguluyordum. Dolayısıyla bu durum beni iyice salaklaştırmıştı... Birden bugünün free friday olduğunu hatırladım. Cemal, Hamit ve Ben, happy hour yapacaktık. Cemal ve Hamit'e freefriday de happy hour yapalım diye meeting request atmıştım, ama ben unutmuştum. Çünkü telefonumla bilgisayarımı yine senkronize etmemiştim... Neyse ki artık ofisteydim, notebookumdan bakabilirdim. Cemal hemen response verirken... Hamit vermemişti. .! Neden vermemişti açıkçası realize edememiştim. Yine kahvaltı etmeden çıkmıştım, kendime bir cafein yüklemesi yapıp, uykusuz geçen gecemin acısını vücudumdan çıkaracaktım. Ansızın karşımda Hamit'i gördüm, ağızını Coffee machine e dayamış kahve içmeye çalışıyordu, demek ki gerçekten cafein ihtiyacı top leveldaydı, gece alemlere akma alışkanlığı vardı, ama kendisini hiç bu kadar akışkan görmemiştim. Sonra hafifçe omuzuna dokundum. Ayakta duracak hali yoktu, adeta ruhunun emilmiş olduğu hissettim. Ben de muson iklimi hakimdi ama Hamit kesin Ice Age 2'deydi... "Hey buddy bugün happy hour a gelecek misin?" Olumsuz bir feedback verdi. Yıkılmıştım... En sevdiğim dostum beni yalnız bırakıyordu.. Çünkü O, aslında benden daha yalnızdı, içindeki güzellikleri buzulların altına gömmüş, hayatın anlamına dair en güzel ve basit organizmaları dondurmuştu...

O an anladım her şey yalan, yandan yemiş multinational ortamlarında...
Bırak bu işleri dedim ve akşama Fatih'e büryan yemeğe gittim, oradan Süleymaniye'ye geçtim. Süleymani'ye hinterlandında havadaki her toz zerreciğinin bendeki izdüşümünü hissederken, birden çekiç örs ve üzengi kemiklerim ahenk içerisinde raks etmeye başladılar, Akşam ezanını okunuyordu... Çekiç, örsü dövüyordu, üzengi şaha kalkıyordu, zihnimde iklimler değişiyordu...Kara görünmüştü ve güneş doğuyordu...

y=f(yuce)

26 Kasım 2006 Pazar

Haybeye değil Heybeye...

Heybe dedik, Heybeci dedik, Bilgi Eşeği dedik... Kafalarımız karıştı... Yorumlar yaptık, tartıştık, anladık anlamadık, anlar gibi yaptık, reddettik, sadece geyik dedik. Kah güldük kah eğlendik. Ancak söz verdik, eylemlerimiz sürecek dedik...

Heybe Felsefesi ilk kez Uluslararası Reklamcılar Derneği (IAA)'nın düzenlenmiş olduğu Reklamcılar Tahtaya Etkinliğinde "Heybe Felsefesi ve Değişen Marka Anlayışı" seminerinde sunuldu. Reklamcılar tarafından büyük beğeni ile karşılandı. Uluslararası Reklamcılar Derneği üyelerine olumlu geribildirimleri için teşekkür edip, kaldığımız yerden devam edelim. Heybe felsesinin ne olduğunu hatırlayalım.

"Heybe felsefesi, günümüz toplumunda, bilgi ve algı çöplüğünün arasından kendisi, değerleri ve toplum için doğru bilgileri seçebilen, seçtiği bilgileri anlayabilen ve anlamlandırabilen, bu bilgilerle bireye ve topluma değer katmayı amaçlayan bir düşünce yapısıdır."

Heybe Oyuncu Kadrosu ve Oynadıkları Mevkiler

Heybe felsefesinin etkileşim içerisinde bulunduğu aktörler ve bu aktörlerin özelliklerini biraz daha detaylı tanımlayalım:

Heybeci
, heybe felsefesi tanımını içselleştirmiş, kendine ve topluma değer katan felsefe insanı...

Haybeci, kendini öğrenmeye adamış, bilgi ve algı çöplüğünün arasından kendisi ve toplum için doğru bilgileri seçebilen, seçtiği bilgileri anlayabilen, fakat anlamlandıramayan ve aksiyon almayan araf insanı...

Bilgi Eşeği, amaçsızca bilgi arayan, toplayan, arşivleyen, bilgiyi tüketen ama üzerinde düşünmeyen, anlamayan, kendi egosunun tekelinde barındıran, topluma değer katma amacında olmayan eşek insanı...




Heybe Taktiği: "Heybe Bilgi Çevrimi"


İnsanın doğuştan beraberinde getirdiği üç temel potansiyel bulunuyor:

Fiziksel potansiyel

Zihinsel Potansiyel

Duygusal Potansiyel

Fiziksel potansiyel, insanın hareket ve eylem boyutunu, zihinsel potansiyel insanın mantık ve anlam üretme boyutunu, duygusal potansiyel insanın his ve ilişkiler boyutunu temsil eder. Her insanda bu üç potansiyelden birisi baskın, birisi yardımcı, birisi de çekinik olarak bulunuyor ve baskın olan potansiyel kişinin ilgi ve enerjisini nereye yönlendirdiğini, kısacası mizacını belirliyor.


Sosyolog Manuel Castells'in ifade ettiği ağ toplumlarında, modern bilgi toplumlarında, bireyler zihinsel olarak bilgi bombardımanına, duygusal olarak his ve algı bombardımanına, fiziksel olarak da deneyim bombardımanına tutuluyorlar. İşte bu bombardımanı lehimize çevirecek yöntem ise Heybe Bilgi Çevrimi'dir. Heybe bilgi çevriminde bireyler bu bombardımandan gelen bilgileri daha önceden belirlemiş oldukları, bireysel filtreleri, çizgileri, vizyonları, değerleri vb. ile süzüyorlar, süzülen bilgiyi anlayabilecekleri şekilde kategorize edip, anlıyorlar, ve akabinde anladıklarını sindirerek anlamlandırma, ve aksiyon sürecine geçiyorlar. Heybe Bilgi Çevriminin sonunda, süz, anla, anlamlandır aşamaları tamamlandıktan sonra mutl aka maddi ya da manevi bir ürün çıkarmak, çıkan ürünle bireye ve topluma değer katmak esas teşkil ediyor.

Heybe Oyuncuların Sahaya Yayılışı


Eylemlerimiz, somut örneklerle, devam edecek....

y=f(yuce)

25 Kasım 2006 Cumartesi

Seyran

Seyranda flickr ile seyr-ü sefer ...

Adım Adım...

Adım Adım...

Adım adım Pazarlama, Java, Tasarım, .NET, NLP, Marka Yönetimi, Türev Alma Teknikleri, İnek Sağma Yöntemleri, Ruh İkinizi Bulma...

Neden adım adım... ?

Sürekli bir hap arayışı içerisindeyiz. Kısa hızlı, hemen çözüm üreten sonuçlar beklentisindeyiz. Sabır nedir? Sebat nedir? Araştırma nedir?
Seminerlere gidiyoruz, eğitimlere katılıyoruz hemen sorular geliyor...



  • Bunun kısa bir yolu var mı?
  • Bunu pratikte 1 gün de nasıl yaparız?
  • Abi sen de taslak dokümanı varsa flash diske atabilir miyiz?
  • Sunumu alabilir miyim? Ben de arkadaşlara şeyettircem de...
  • Bana linkini atsana iyi çalışmaymış.
  • Bu raporları nereden buldun, alabilir miyim?
  • Yok kimseyle paylaşmam tabi... Sonuçta senin emeğin
Bilgi Eşşekliğinin lüzumu yok... Haybeciliğinde lüzümu yok...

Karşındaki adam, eşşekler gibi çalışmıştır, mevzunun derinliğini 5 adım seviyesine indirene kadar anası ağlamıştır. Tonlarca kitap devirmiştir ve o sadelik seviyesine ulaşmıştır. Sen hala babacım bunun 5 adımlığını ver de bir takılalım dersin. Al takıl...

İşte sen de alırsın sadece takılırsın. Derinliğine inemezsin, olayı özümseyemezsin.

Modern capitalizm ve Amerikan kökenli eğitim anlayışının bize kaktığı en temel katma değerlerden biridir bu adım adım hikayesi... Kendi kitaplarının metodoloji hep öyle olduğu için, sürekli mevzunun "derinliklerinde!" oldukları için, her şeyin adım adımını çıkarırlar.

Adım adım Irak'ta nasıl rambo olunur? Kitapçıklar yazdılar, eğitimler hazırladılar, fenafil gaz ve toz bulutundan oluşmuş askerlerinin ellerine verdiler, zihinsel dimağlarında örgülediler. Askerlerde Felluce'de bu birikmiş gazı çıkardılar... Keklik gibi avlandılar...


Bizim durumuz da çok mu farklı?

Elimde liderliğin 7 kuralı olunca, ben de bu beylik lafları okuyup anlayınca Lider mi oluyorum...? Bir gün önce sövüp savdığım, fırça attığım çalışanıma, iletişim eğitimine gittikten sonra, Necdet Bey nasılsınız diye yapay bir şekilde halini hatrını sorunca komik olmuyor muyum? İşte bu manda kasa mercedes ruhlu bir adamın mini-cooper a binip, manikür yaptırması gibi olmuyor mu?

Yemeğin bile kısık ateşte, uzun sürede pişeni makbuldur. Oysaki bizler, pişme üzerine örgülenmiş, bir coğrafyanın mirasçılarıydık... Ne oldu hemen olu mu verdik? Piştik mi? Yoksa Pişti mi olduk?

Umarım harlayan bir ateşte pişti olup, anlamsızlık dehlizlerinde kaybolmayız...

Sevgiler

y= f(yuce)


Felluce'yim ben...

Yıkık, harap, mağrur ve asi...

Medeniyet denilen arsız yalanın tekzibi...

İşgale uğradım, yağmalandım, kana bulandım.

Evlatlarım ceset ceset yatar caddelerimde...

...dünyanın gözleri önünde...

Sofrasında yer aradığınız bir ziyafetin zor lokmasıyım.

Barbarların istilası karşısında Şark'ın nefs - i müdafaasıyım.

* * *

Bayramdı.

Çatışma vardı.

Cuma sabahı camide vuruldum.

Yerde can çekişirken bulundum.

Yaradan'ın evinde, Yok - eden vardı o gün...

Aradıklarını söyledikleri kitle - sel imha silahlarıyla geldiler.

Kafama nişan alıp, beynimi deldiler.

Dağıldı kafam, parçalandı yüzüm.

Kızıla kesti dayandığım duvar;

Kendi kanıma gömüldüm.

* * *

Tanırsınız beni...

Vietnam'da beynine kurşun sıkılan da bendim;

Filistin'de taşlarla kolu bacağı kırılan da...

İzmir'de ilk kurşunu atan da...

Hepsinde suçum aynıydı:

İşgalciye karşı ülkemi savunuyordum.

Ve kanlar içinde yattığım yerden dünyaya, unuttuğu bir yemini, "isyan"ı

hatırlatıyordum.

* * *

Fakat ne mümkün!

Katilim, benden çok önce dağıtmış dünyanın beynini...

Kara bir perde inmiş Ademoğullarının gözüne...

Görmüyor, duymuyor, ses vermiyor.

Susuyor riyakarca...

Aslan tarafından parçalanan avın artığına göz dikmiş sırtlanların iştahıyla...

...susuyor, katliama ortak olma pahasına...

* * *

Şimdi yalanlar söyleyecekler sana...

"Özgürlük götürdük, onun için öldürdük" diyecekler.

Bir tek yüzüm var, bunun karşısına koyabilecek.

Bu darmadağın, bu delik deşik, bu kanlı yüz, feneri olsun kör gözlerinizin...

Felluce adını, zulmün defterine yazın.

Ve asla unutmayın.

Dönerim bir gün; mazlumun ahı gibi çıkar gelirim.

İsyanlarla, sandıklarla... olmazsa, belime sarılmış bombalar, cephane yüklü

kamyonlarla...

"Terörist" diye işitirsiniz manşetlerde adımı yine; büyüğüne tapar, küçüğünü lanetlersiniz.

Suçlunun savcı, mazlumun sanık olduğu bu sefil mahkemede, adım adım faşizme gidersiniz.

Ödersiniz bedelini sükutunuzun...

Bir gün pişman olursunuz.

İşte o gün hatırlayın beni:

Ben, Felluce'yim.

21. asrın kabristanı, insanlığın son kalesiyim.

Can Dündar