31 Ekim 2008 Cuma

Business 2.0: Digital Age Business

Üniversitelerin yeni eğitim öğretim yılına başlamasıyla birlikte, bizler de tam zamanlı işimizden izin isteyerek, yarı zamanlı olarak sezonu Bilgi Üniversitesi MBA Programları'ndaki Business 2.0: Digital Age Business dersi ile açtık.

Global düzlemde bile henüz dinamikleri oturmamış, textbookları çıkmamış, sürekli beta halinde olan böylesine güzide bir konuya ev sahipliği yapmak her babayiğidin harcı olmasa gerek. Kendi zihinsel haritamın çizimi esnasında da anlamlı derece mihmandarlığından faydalandığım 97 yılından beri hocam olan ve hep hocam olacak olan MBA Programları Koordinatörü Sevgili Mete Hocama (Metehan Sekban'a) bu vizyonundan dolayı teşekkür etmek istiyorum.

Ders, 2.0 felsefesine uygun olarak mümkün olduğunca paylaşımcı ve herkesin katmadeğerleri ile şekillenen bir zemin üzerine kurgulanmıştır. Bu bağlamda ders ile ilgili her türlü doküman ve içeriği bulabileceğiniz, öğrencilerin katma değerlerini gözlemleyebileceğiniz herkese açık blogumuz sizlerinde yorum, görüş ve katma değerlerinize açıktır.

Ders sunumları ise dowload edilebilir şekilde : http://www.slideshare.net/yucezerey adresinde bulunmaktadır. Her hafta içerikler düzenli olarak hem SlideShare ortamına hem de İsletme 2.0 ortamına yüklenecektir.

Yorumlarınız ve geribildirimleriniz ile bu içerikler daha da gelişecek, sonsuz beta özelliği vasfı taşıyan 2.0 konuları daha da olgunlaşacaktır.

Ders Hakkında Bilgi için:

Business 2.0 Course Information
View SlideShare presentation or Upload your own. (tags: business 2.0)

Birinci Hafta Sunumu için:
Once Upon A Time...
View SlideShare presentation or Upload your own. (tags: bilgi lecture)

İkinci Hafta Sunumu için:


Ders Projesi için:
Business 2.0 Course Evaluation
View SlideShare presentation or Upload your own. (tags: business 2.0)

29 Ekim 2008 Çarşamba

Konferans İnsanları

Bilginin zehiri bünyeye bir kez yayılmaya görsün, değiştiremediğimiz gerçekler karşısındaki çaresizliğimizi, hiç durmadan yenilikleri takip etmemiz, nefes almadan öğrenip kendimizi geliştirmemiz gerekliliğini sürekli bize hatırlatarak iş dünyasında aldığımız her aksiyona acımasızca sinerek hayatımızın tadını kaçırır.

İşte böyle acılar içerisinde kıvranan iş dünyasının profesyonelleri, nam-ı diğer "Konferans İnsanları" o konferans senin, bu zirve benim, papatya toplayan kız şekişi edasıyla etkinlikten etkinliğe koşarlar.

Öğrenme zorunluğunun vermiş olduğu sıkıntı, yemekten sonra dişinizin arasına kaçan parça gibidir. Aslında çok önemli değildir. Ancak acilen bir kürdan bulmazsanız, bu küçük parça size dünyayı dar edebilir.

İlgili konferans veya zirve hakkındaki farkındalık, ya aylık dergilerdeki ilanlar, ya da iş sohbetinin arasında geçen "Olm buna mutlaka gitmek lazım. Adam Origami gurusu..." tadında tümceler sayesinde yakalanır.

Bir de yıllık olarak olmazsa olmaz gidilmesi gereken zirveler vardır. Bu zirvelere, iş dünyası tanım kümemizdeki elemanların hemen hemen hepsi gelmektedir. Adı üzerinde zirvedir bunlar, herkes bu zirvelerde buluşur, kozlarını paylaşır.

Konferans insanları cephesinde, gidilmesi düşünülen konferans veya zirve için genelde para verip bilet satın almanın ahmak olduğuna dair genel bir kanaat mevcuttur.

Konferans insanları öncelikle, etkinlik ile ilgili kendi şirketlerinde nabız yoklaması yaparlar. "Acaba bu etkinliğe beni gönderecekler mi?" sorgusu "Göndermesinler, kendileri bilirler!" söylemini döndürüyorsa süreç etkinlik sponsorlarının kim olduğunu incelemek ile devam eder.

Etkinlik sponsorlarında çalışan arkadaşlar aranır, rica minnet "Olm vardır lan sizin kontenjanınız, madara etmeyin beni, gelemezsem rezil olurum" diye davetiye talep edilir. Genelde davetiye temin edilir. Arkadaşa minnet ifadelerinde bulunulur.

Etkinlik öncesi aşılması gereken bir engel daha vardır. Etkinliğe katılmadan önce mutlaka LCV şeyhinden icazet alınması gereklidir. LCV aslında "Lütfen Cevap Veriniz" gibi salak bir söylemin kısaltması olmasına rağmen, konferans insanlarının çoğu bunun açılımını bilmemesinden ve LCV'yi özgün bir konferans teknik terimi olarak düşündüklerinden dolayı LCV de kendini şeyh olarak ilan etmiştir.

Etkinliğe gidileceği ile ilgili olarak şirketten ve rakip şirketlerden arkadaşlar mutlaka bilgilendirilir. Gelemeyenlere zihinsel olarak acınası varlık muamelesi yapılırken, söylemlerde gelememelerine ne kadar üzülündüğünü anlatan süslü cümleler hakimiyeti çoktan ele geçirmişlerdir.

Etkinlik günü en güzel takımlar giyilir, bol kartvizit, az aksesuar alınır. Etkinlik mekanına doğru yola çıkılır. Araba olsa bile genelde taksiye binilir. Çünkü ekseriyetle gidilecek mekan bir oteldir ve eğer şirket göndermemişse veya otopark ücretini karşılamıyorsa, aylık gider bütçesinde anlamsız dalgalanmalara yol açacak fırtınalara yelken açmaya gerek yoktur. Ayrıca taksi ile gelinirse "Mutlaka dönüşte birileri bırakır!" çakallığı konferans insanlarının çoğunda mevcuttur.

Konferans insanları etkinlik mekanına, taç giyme törenine girer gibi girerler. Mekan onlarındır. Patron onlardır. Az sonra kendilerine takılacak kraliyet tacının gururunu şimdiden taşımaktadırlar. Bu eda ile ilerleyip danışma masasına gelirler ve kendi adlarına basılmış kimliği alıp boyunlarına takarlar. Kimliklerini boyunlarına geçirdikten sonra anlamlı bir karizma kaybına maruz kalmışlardır. Hangi çiftlikten ve hangi cins olduklarını ifade eden kartlarla bir oraya bir buraya koşturmaya başlarlar.

Önce ortam genel olarak süzülür. Gözlerin detaylara odaklama sürecine zihinsel sorgulama süreci eşlik eder. "Kalabalık mıdır? Gelenler üst düzey midir? Yoksa muhabbete değmeyecek çömezler mi gelmişti? İkram kalitesi nasıldır? Tanıdık var mıdır?"

Tanıdık biri bulunur, hemen yanına yanaşılır. Ne kadar tanındığının bir önemi yoktur. Önemli olan mal gibi ortada kalmamaktır.

Eğer mal gibi ortada kalma ihtimali varsa, hemen ikram masalarından birine yanaşılır, "filtre kahve" alınır. Birkaç cookie alınır ve cep telefonu ile konuşmaya başlanır. Telefon ile konuşurken gözler fıldır fıldır zoom yapacağı bir tanıdık aramaktadır. Tanıdık bulunur ve telefon kapatılır. Tanıdığın yanına gidip: "Ne haber? nasılsın? işler nasıl?" muhabbetleri ile başlanır "sen neredeydin? pozisyonun neydi? ne kadarlık bütçe yönetiyorsun? Sizin şirket şunu veriyor mu?" muhabbetleri ile devam edilir. Şirketler, iş dünyası ve Türkiye kurtarılır.

Konuşma esnasında gözler yine geniş açıda hızla dönmekte, ve daha samimi bir tanıdık, ya da ilişki geliştirilmesi gerek "önemli bir şahıs" aramaktadır. Bulunduğu andan itibaren, arkadaşa "geliyorum, görüşürüz" tadında yüzeysel bir veda edilir.

Hemen hedefe doğru ilerlenir. Genellikle "önemli şahıs" hakkında yüzeysel bir bilgi mevcuttur. Fenafil şirin ama bir o kadar da cool bir ifade ile "önemli Şahıs"ın yanına gidilir, kendisinin ne kadar önemli biri olduğu, yaptıklarının takip edildiği ve takdir edildiği vurgulanır. Sonrasında kartvizit değiştokuşu yapılır. Eğer ortam müsait ise "önemli şahıs"tan bir kahve veya yemek randevusu koparılır. Ne de olsa konferans insanları, ayaküstü umuma açık ortamlarda bütün maharetlerini göstermemeleri gerektiğini "Network Insanı" abilerinden çoktan öğrenmişlerdir. "önemli şahıs"larla birebir çıkılacak maçlarda her zaman daha katma değerli performanslar sergilenebilir.

Etkinlikte konuşmacı(lar) yabancı ise genelde simultane tercüme hizmeti verilmekte, hizmetten yararlanmak isteyenlere kulaklık dağıtılmaktadır.

Kulaklık takmak "dil bilmiyor, dile hakim değil" algısı oluşturacağından, konuşulanları anlamama riskini de alarak kulaklık takmazlar. Takanlara da zavallı olarak bakarlar.

Konferans insanları, etkinlik sponsorları tarafından dağıtılan not defteri veya kaleme itibar göstermezler.

Çünkü onların Mont Blanc kalemleri ve Moleskine not defterleri zaten mevcuttur. Üzerinde sponsorun logosu olan 2 ytl lik kalemlere tamah etmezler.

Fazla not tutmazlar. Çünkü fazla not tutmak, zeki karizmasını alaşağı eden bir durumdur. Konferans insanları genelde zeki insanlardır, fazla not tutmadan sahnedeki adamın ne dediğini zaten anlamışlardır, sadece usulen bir iki kelimeyi not olarak karizmatik defterlerine yazarlar.

Genelde konuşmacının konu hakkında hiçbirşey bilmediğine, konferansın ne kadar yüzeysel olduğuna dair sohbete dalarlar.

Soru / Cevap kısmına gelindiğinde ise soru sormaya medeni cesaretleri olmamasına rağmen soru soranları, sordukları soruları, soruş biçimlerini acımasızca eleştirler. Eleştirilerini keyifle arkadaşları ile paylaşıp, soru soranı ne kadar özgün aşağıladığına dair prim yapıp arkadaşlarından aferin beklerler.

Konferans bitiminde, konferansı verene gidilip teşekkür edilir. Az önce yüzeyselliğinden bahsedilen adamın ne kadar derin ve nitelikli konuştuğu ifade edilir.

Kartvizit değiştokuşu gerçekleştirilir ve kendisi ile sürekli iletişim içerisinde olma temennileri iletilir.

Sonra arkadaşlara doğru samimi bir gülümse gönderirken, iç sesine "Olm nasıl gittim herifi bağladım. Siz daha oralarda takılın ezik herifler. İşte benim sizden farkım! " mesajını gönderir.

Konferans bitiminde arkadaşların daha kalabalık olduğu bir kümede ... dan geçecek var mı zarfı atılır. Arkadaşları hemen oyunu okur, ama okuduğunu belli etmez ve sen nereye gideceksin diye sorarlar? Nazikçe "... ya gidiyorum. Sen nereleren geçiyorsun?" diye sorulur. Kadirşinas arkadaş, konferans insanını adresine, kapısının önüne kadar götürür. Bir sonraki konferans için sözleşirler, öpüşüp, koklaşıp ayrılırlar.

Konferanslardaki bu zımni ritüeller birkaç kişinin şuursuzluğu değil, tamamiyle bir topluluğun cinnetidir. Gerçek olmasına rağmen sanal bir dünyanın cinneti...

Guy Kawasaki'den Etkin Linkedin Teknikleri

Linkedin
View SlideShare presentation or Upload your own. (tags: linkedin kawasaki)

28 Ekim 2008 Salı

Lokasyon Bazlı Otobüs Reklamcılığı


Pazarlama ve reklam alanında yeniliklerin keşfi serüveninde her zaman olduğu gibi New York City yine başrolde oyunuyor. New York otobüsleri üzerinde uzun zamandan beri denenen dijital ekranlardaki reklam içeriği, otobüs duraklarının bulundukları lokasyonlara göre şekilleniyor.

Otobüs haraket ettikçe GPS teknolojisi sayesinde otobüsün ilerlediği mekana göre reklamlar değişiyor. İçerik sadece lokasyon bazlı değişmekle kalmıyor, aynı zamanda zaman bazlı olarak da değişebiliyor. Örneğin sabahları kahve, simit, sucuk reklamları görebilirken, akşamları ise boza, baklava, yatak örtüsü reklamları karşımıza çıkabiliyor.

Amerika'yı STRES Bastı

Kriz Pazarlaması

Dickfuld

Tüm dünyanın canını yakan ekonomik krize her disiplin kendine özgü farklı yorumlarla reaksiyon gösteriyor.

Algı yönetiminin, kavram kabı inşaasının en çok kullanıldığı disiplin olan pazarlama da ironik bir şekilde pazar aktörlerini yeniden konumlandırıyor. Daha öncesinde krize sebebiyet veren KOCAMAN şirketlerin ve KOCAMAN CEO larının ne kadar KOCAMAN olduklarını anlatan bu disiplin şimdilerde kendini krize dair sosyal sorumlu hissediyor ve bu adamların ne kadar BOŞ olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Amerika, Halloween hazırlıklarına, 'The Gorilla of Greed' diye isim takılan Lehman Brothers ın eski CEO'su Richard Fuld'un maskelerini dağıtarak başladı ve kendisini 2008'in en çok korkulan insanı ilan etti. Böylece Amerikan pazarlama dünyasının derin pazarlama zekası, zaten yüzü olmayan bir insanın yüzünü sembol hale getirip, kendisine topluma mal olmuş bir yüz hediye etti. Bizim coğrafyamızda böyle uygulamalar yapılsaydı, neredeyse herkesin maskesi olurdu herhalde....

Kaynak: Halloween masks - Forbes.com

22 Ekim 2008 Çarşamba

Cogito Ergo Sum 2.0


Descartes yıllar öncesinde yüksek sesle “Düşünüyorum, öyleyse varım” diye haykırdığında kafalar allak bullak olmuştu. Descartes’ın söylemi oldukça makuldü. Fakat söylemin tam tersini düşündüğümüzde, varolmadığımız, bir düş olduğumuz sonucu ortaya çıkıyor. Bu çıkarım hakkında İhsan Oktay Anar “Puslu Kıtalar Atlası” kitabında şu yorumu yapıyor:

“Düşünen bir adamı düşünüyorum...düşündüğümü bildiğim için, ben varım...düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamında var olduğunu biliyorum...böylece o da benim kadar gercek oluyor...bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor...düşündüğünü düşündüğüm bu adamım beni düşlediğini düşünüyorum...öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor...o gerçek ben ise bir düş oluyorum..."

Var mıyız? Yok muyuz? Düş müyüz değil miyiz? Düşünüyor muyuz ki var olalım? gibi tartışmalara girmeden düşüncenin, düşünmenin ne olduğuna bir bakmak gerekiyor.

Türk Dil Kurumu’nun kara kaplı sözlüğü bize düşünceyi “Dış dünyanın insan zihnine yansıması.” olarak tanımlıyor.

Türk Dil Kurumu’nun tanımı düşünceye dair basit ama üzerinde bir es verilerek durulması gereken bir tanım.



“Dış dünyanın”
yansıması denildiğinde hepimizin dış dünyası, yaşamış olduğumuz deneyimler, gördüklerimiz ve düşünebildiklerimiz kapsamında kalıyor ve birbirinden farklı. Tanım içerisinde dış dünyanın “İnsan zihnine yansıması” ifadesinden dış dünyayı zihnimize yansıtacak bir aynaya sahip olmamız gerektiğini anlıyoruz.

Herkesin aynası, kendi filtreleri ve süzgeçleri ile şekilleniyor, ve bu süzgeçlerden geçerek dış dünya zihmize yansıyor, akabinde de düşüncelerimiz oluşuyor.

Dijital Düşünce’yi ise dijital dünyanın insan zihnine yansıması olarak tanımlayabiliriz. Dijital Düşünce’nin oluşumunda da dijital dünyayı zihnimize yansıtacak bir aynaya ihtiyaç var. Dijital Düşünce oluşumu da aynı şekilde herkesin kendi aynası, kendi filtreleri, dijital dünya görgüsü, süzgeçleri doğrultusunda, kendine göre şekilleniyor. Facebook sosyal ağ platformu “Arkadaşını Ara” sloganı ile ilk piyasaya çıktığında Recep İvedik’in kafasında “manita bulma platformu” olarak konumlanırken, Web 2.0 girişimleri ile ilgilenen Sarp’ın kafasında “incelenmesi gereken bir fırsat” olarak konumlanıyor.


İki farklı kişinin konumlandırmaları arasındaki farklılık, dış dünyayı zihinlerine yansıtan aynadaki farklılıktan kaynaklanıyor.

Twitter’ı kimileri gerçekten mikrobloglama aracı olarak hakkıyla kullanırken, kimileri de kendinin ne kadar iyi bir adam/hatun olduğunu anlatma aracı olarak kullanabiliyor. Başka bir açıdan bakacak olursak, Twitter’ı bazı pazarlama profesyonelleri geçici bir heves olarak algılarken, bazıları da geleceğin dijital kurumlarında iş yapış şekillerini değiştirecek, satışın saha gücü ile pazarlama arasında anlamlı köprüler kurabilecek potansiyeli olan bir araç olduğunu düşünüyor.

Yine tüm bu düşünce farklılıkları, ayna farklılıklarından ortaya çıkıyor.

Daha da önemlisi ne tüketiciler kendi aynaları hakkında ne de pazarlama profesyonelleri tüketicilerin aynaları hakkında derinlemesine düşünmüyorlar.

Dijital çağın iş liderlerinin karşısına çıkan en büyük meydan okumanın derin düşünce eksikliği olduğu ifade ediliyor.

Dijital çağın afilli plazalarındaki modern işyerlerine baktığımızda, tüketicilerden gelen yüzeysel düşüncelerin, verilerin altının kurcalanmadığını, araştırma verilerinin yorumlanırken farklı disiplinlerin getirdiği içgörülerden yararlanılmadığını, tüketici zihnini ilgilendirebilecek konularla ilgili, hayal gücüne dayalı bir düşünme disiplininin olmadığını görüyoruz.

Dolayısıyla, derin düşünce eksikliği, firmaların piyasayı yüzeysel algılamasına, insanların dış dünyayı yansıtan aynalarını iyi analiz edememesine sonuç olarak da ihtiyaçları doğru tespit edememesine yol açıyor.



Doğru tespit edilememiş ihtiyaçlar için araştırma ve geliştirme faaliyetleri yürütülüyor. Üretilen yeni ürünlerin pazarlama iletişimleri de doğru tespit edilmemiş ihtiyaçlar üzerine kurgulanıyor, böylece üretilen ürünlerin yüzde 60 ile 80’ni birinci yılında başarısız oluyor.

Klasik araştırma ya da klasik odak grubu anlayışının ötesine geçilmediğinde tüketiciler gerçek düşüncelerini ortaya çıkarmak için kafa yormuyorlar.

Tüketicilerin çoğu almış oldukları ürünleri markaları, özünde hangi motiv ile aldıklarının farkında değiller.

Alımlar esnasında elbette yüzeysel belli nedenleri var, bunları paylaşabiliyorlar, ancak genellikle olması gerekenleri paylaşıyorlar. Ancak temel alım motivlerinin ortaya çıkarılmasına odaklanılmadı takdirde, motivleri es geçiliyor.

Araştırmalar ve araştırma sonucu çıkan yorumlar fazlasıyla yüzeysel kalıyor. Yüzeysel analizler yüzeysel bir pazarlama anlayışını beraberinde getiriyor.

Aslında “Neden yüzeysel pazarlama yapıyoruz?” sorusunun cevapları arasında pazarlama düşüncesinin nasıl derinleştirilebileceği de yer alıyor.

Yüzeysel pazarlama yapıyoruz, çünkü kısa vadeli düşünüyoruz. Yalnızca bugünü ya da yakın geleceği düşünmek derin düşünmek için zihnimizde alan bırakmıyor, ya da bırakmadığına kendimizi inandırmak kolayımıza geliyor.

Eskimiş pazarlama bilgisini köpürtüp köpürtüp, dijitalleştirip, 2.0, 3.0 ekleyip kullanıyoruz.

Ancak yöntemleri sorgulamıyoruz. Psikolog Drew Westen odak grup çalışmaları ile ilgili şu yorumu yapıyor:

“İnsanlara bilinçdışı süreçlere ilişkin bilinçli sorular sorduğunuzda size kendi teorilerini sunmaktan mutlu olurlar. Ama bu teoriler çoğu zaman yanlıştır.”

Psikologlar bu yorumlar yaparken bizler hala tüketici geribildirimlerini aynen alıyor ve stratejilerimize girdi olarak kullanıyoruz.

Derin düşünebilmek için yeterli zamanı bulamıyoruz. Derin düşünebilmek adına yeterli zaman konusunda gerçek bir yönetici desteğini de arkamızda hissedemiyoruz.

Değişim kavramı bizi ürkütüyor (metatesiofobi: değişim korkusu).

Genel olarak kurumdaki herkes gibi düşünmenin dayanılmaz cazibesine kendimizi bırakıyoruz. Dolayısıyla genel kaide ne ise biz de hemen genel kaideye uyum sağlıyoruz.

Tüketiciler nezdinde yüzeysel farklılıkları ortaya çıkarmanın cazibesine kapılıyoruz.

Farklılıkları vurgulamak bizi yüzeysel konulara yönlendiriyor, tüketici davranışlarına ilişkin önemli dürtülerle ilgili içgörüleri gözden kaçırmamıza yol açıyor. Benzerliklere odaklanmak ise bizi ayrım yaparken kullandığımız temel varsayımları eleştiri süzgecinden geçirmeye zorluyor. Ayrımların kökü ortak yanlarda olduğundan doğru içgörüleri yakalamak için benzerliklere odaklanmanın herdaim başarılı bir çözüm olduğunu unutuyoruz.

Kurumlar bünyelerine çalışanlarını derin düşünmeye sevk edecek anlamlı ödüllendirme sistemleri bulundurmuyorlar.


Çalışanlar da derin düşünmenin o anda yaptıklarından ne kadar farklı olduğunu bilmiyorlarsa, ya da kurumlarında gerçekten de derin düşünen iyi işler çıkaran adamların ödüllendirilmediklerini görüyorlarsa, neden derin düşünsünler ki?

Dijital çağda elimizin altında tonlarca araştırma, tonlarca istatistik bulunuyor. Her yerden her şekilde geribildirimler topluyoruz. Ancak yalnız söylenenlere odaklandığımız sürece her daim düşüncemizde bir eksiklik olacaktır. Yaklaşımımız yüzeysel olacaktır.

Oysaki modern dünyanın pazarlamasında savaşların en derin düzeylerde yapıldığını, derinlerde kazanıldığını ya da kaybedildiğini hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor.

Düşündüğünüz kadar varsınız!

Yüce Zerey

Digital Age, Ekim 2008

21 Ekim 2008 Salı

Iphonemania


"Pazar araştırması kullanıp talebin nerelere evrildiğini anlamak yerine, kaleyi gören bir cephede konseptimi sıkarım, golümü atarım" diyen Steve Jobs, uykusuz bir gecenin sabahında daha dinç olabilmek adına banyoya girmeye karar veriyor. Girmeden önce termosifonu açıp suyun ısınmasını bekliyor. Suyun ısındığından emin olduktan sonra, organik kese ile keyifli bir banyo deneyimi yaşıyor.
Banyodan çıktığında tıraş olabilmek için çocukluğundan kalma bir alışkanlıkla buhulanan aynada parmağıyla at eşek figürleri çizmeye başlıyor. Çizim esnasında birden telefonu çalıyor. Aynaya çizim yaparken telefonunun çalması Steve'in beyninde farklı bir reaksiyona yol açıyor ve aklına çok önemli bir fikir geliyor.

İç sesi Steve'e "Olm Steve vurdun lan voleyi yine, neden itouch tan çakma bir telefon yapmıyoruz, köpürtmüyoruz, milleti deneyim manyağı yapmıyoruz?" şeklinde haykırırken,

Steve tüm soğukkanlılığıyla aynaya bakarak kafasını sallıyor ve Apple Konsept Sıkıcılar Kurulu'nu (KSK) toplantıya çağırıyor.

Börtü böcek seslerinden bolca nasibini almış güzel bir sabaha uyanan California'da henüz halk Starbucks'lara akın edip günlük kahve dolumlarını gerçekleştirmemişken, konsept sıkıcılar kurulu (KSK) Apple merkezinde toplanıyor.

Toplantı kapsamında ateşli tartışmalar Steve Jobs tarafından monolog olarak gerçekleştirilirken, diğer üyeler de kendi iç sesleri ile dar aralanda kısa paslaşmalarda bulunuyorlar.

Sonuç olarak Iphone fikri şekilleniyor... Filmin ilerleyen karelerini ise hepimiz zaten iyi biliyoruz.


Turkcell ve Vodafone'un abonelerine sağladıkları imkanlar sayesinde iphone çılgınlığı ülkemizde her geçen gün daha geniş kitlelere yayılıyor.

VHS / BETA videoların hayatımıza girdiği, nüfus kağıdı mukabili video kaset kiraladığımız günlerden beri, çoğrafyamızda teknolojik aygıtların ne kadar ve nasıl kullanıldığından ziyade, ne kadar konuşturabildiği önemli olduğunu deneyimlemiş durumdayız. Dolayısıyla iphone da Türk Teknoloji Tarih yapraklarında önemli bir yer alacağa benziyor.

Cep telefonu kullanım geçmişlerinde kavram kaplarında sadece:

"aç, kapa, konuş, meşgule ver, sms, numara nasıl gizliyorduk lan?, ben bu fotoyu nasıl gönderirim?, melodi indirme, kurtlar vadisi'nde var ya Mematinin türküsü o çalsın istiyorum, fashion tv fotoları nereden yükleniyordu? v.b."


kavramların bulunduğu kitleler atraksiyonu bol, görünüm ve kullanımı zarif iphone gibi telefonlara hızlı bir geçiş sağlıyorlar.

Her ne kadar kafalarında iphoneları çaldığında nasıl açacakları, konuşurken nasıl bir beden dili performansı sergileyecekleri, iphonelarını nasıl bir kılıfta taşıyacakları, hangi uygulamaları yükleyecekleri, lahmacun yedikten sonra ekranı yağlamadan nasıl mesaj atacakları konusunda çok fazla bir bilgiye sahip olmamalarına rağmen sonuçta iphone sahibi olmanın statü tatminini yaşıyorlar.


Belli mekanlarda en az 2-3 masasında iphone u ile "quantum fiziğinin reklam dünyasına etkisi" üzerine araştırma yapanlara rastlayabiliyorsunuz.

Friendfeed, twitter gibi platformların iphoneların yayılımına ciddi paralar aktardıklarına dair söylentiler dolaşırken, Microblogging insanları sahaya iphoneları sayesinde 4-4-3 taktiği ile yayılıyorlar ve dünyaya dair otu ..ku bu platformlara aktarıyorlar.

Sonuç olarak Steve'in post-banyo keyfi, tüm dünyada davranış değişikliğine yol açıyor.

iphone nu insanların kavram kaplarında yeni algı seti inşası ile ilgili en başarılı vakalardan biri olarak değerlendirmek gerekiyor. İnşaat planlama, uygulama sürecini iyi analiz etmek gerekiyor. iphone bize birkez daha Kültürel, coğrafi, ve ekonomik farklılıkların da konsept oluştururken ne kadar hikaye olduğunu da gösteriyor. Sonuç olarak, Farklışma adına tüm dünyanın birbirine benziyor. İşte bu da olayın en keyifli ve ironik kısmını oluşturuyor...

20 Ekim 2008 Pazartesi

En Baba Manipüle Fotoğraf Tasarımları

Photo Manipulations by Platinum FMD

Platinum , mottoları "İmkansızı Gerçek Yapmak" olan Brezilyalı bir görsel işleme, yeniden yorumlama stüdyosu.

Photo Manipulations by Platinum FMD 2

Photo Manipulations by Platinum FMD 3

Photo Manipulations by Platinum FMD 4

Photo Manipulations by Platinum FMD 5

Photo Manipulations by Platinum FMD 6

Photo Manipulations by Platinum FMD 7

Photo Manipulations by Platinum FMD 8

Photo Manipulations by Platinum FMD 9

Photo Manipulations by Platinum FMD 10

Photo Manipulations by Platinum FMD 11

Photo Manipulations by Platinum FMD 12

Photo Manipulations by Platinum FMD 13

Photo Manipulations by Platinum FMD 14

Photo Manipulations by Platinum FMD 15

Photo Manipulations by Platinum FMD 16

Photo Manipulations by Platinum FMD 17

Photo Manipulations by Platinum FMD 18

Photo Manipulations by Platinum FMD 19

Photo Manipulations by Platinum FMD 20

Photo Manipulations by Platinum FMD 21

Photo Manipulations by Platinum FMD 22

Photo Manipulations by Platinum FMD 23

Photo Manipulations by Platinum FMD 24

Photo Manipulations by Platinum FMD 25

Photo Manipulations by Platinum FMD 26

Photo Manipulations by Platinum FMD 27

Photo Manipulations by Platinum FMD 28

Photo Manipulations by Platinum FMD 29

Photo Manipulations by Platinum FMD 30

Photo Manipulations by Platinum FMD 31

Photo Manipulations by Platinum FMD 32

Photo Manipulations by Platinum FMD 33

Photo Manipulations by Platinum FMD 34

Photo Manipulations by Platinum FMD 35

Photo Manipulations by Platinum FMD 36

Photo Manipulations by Platinum FMD 37

Photo Manipulations by Platinum FMD 38

Photo Manipulations by Platinum FMD 39

Photo Manipulations by Platinum FMD 40

Bunlar benim için yeterli değil diyorsanız, buradan buyurun: platinumfmd.com.br