3 Ocak 2007 Çarşamba

Post Bayram Sendromu

Yine buhranlı bir bayram ertesi... Hava da en az benim kadar arafta... Gürleyip yağmur olarak yağsam mı? Yoksa açıp insanların içini ısıtsam mı diye kararsız ve puslu...

Bu kararsızlığının alçak ve yüksek basınç dengesizliklerine yansıyan çıktısı olan rüzgar da; asice, ne yaptığını bilmeden bir oraya bir buraya gidiyor, hem insanların sıkıntılarını hem de sonbaharın kışa karşı son direnişini simgeleyen yaprakları silip süpürüyor.

Ana ocaklarımızda geçirdiğimiz, kelimelerin yetersiz kalacağı o tarifsiz anlardan sonra yine esaretin zincirini boynumuza takmak üzere yollara koyulduk. Metropoller; biz, boynu zincirli köleleri, üstün çekim kuvvetleriyle mıknatıs gibi çekiyor. Çekerken de kulağımıza:"Hadi kardeşim yürrrü, yarın iş başı yapacaz. Daha eve gidecez, banyo yapacaz... Ütü yapılacak. Toplantı notlarını gözden geçirecen, okuman gereken raporları unutma vs.. " şeklinde fısıldıyor.


Bütün güzel bayram anıları, yola çıktığımız dakikalardan itibaren bu insafsız fısıltılarla tüketiliyor... Halbuki onları bir dahaki bayrama kadar saklamak için, hissiyat cüzdanımın en derin ceplerine itina ile yerleştirmiştim. Ancak, metropollerin evrensel çekim kuvvetinin modern temsilcileri olan kitlenmiş otobanlar, uzun feribot kuyrukları, sinyalsiz şerit değiştiren terliksi hayvanlar, vb. benim güzel bayram anılarımı çoktan tüketmeye başlamıştı bile. Tam rahatlamıştım, huzur bulmuştum derken, huzurumun ırzına geçmek için bir grup tecavüzcü peydahlanmıştı, zihnimde...


Biryandan bu huzur tecavüzcülerini düşünürken bir yandan da ertesi günü düşünüyordum. Yine maskelerimizi takacak, ertesi sabaha Berk Beyler, İdil Hanımlar olarak uyanıp, sabah kahvaltımızı ucuz yağlı bir poğaça ile ikame edip, iş tanımlarımızın evrensel gerekliliklerini yerine getirmeye başlayacağımızı düşünüyordum.

Bir gün öncesinde el öpen, el öptüren, küçük çocuklarla şakalaşan, elleriyle yemeğe dalan, hiç tanımadığı birinin tatlı ikramına tebessümle karşılık veren, gözü yaşlı mağdur bir ihtiyaç sahibiyle lokmasını paylaşabilen özümüzdeki bizlerden kısmen de olsa uzaklaşıyorduk. Halbuki özümle daha dün beraberdik, aramızda çok çok iyiydi. Bende açılmış olan derin yaraları kapatmak için yine elinden geleni ardına koymamıştı. Neden şimdi ayrı gayrı kalıyorduk?


İşte tam bu düşünceler kafamın içinde ses hızını aşmış bir şekilde dönüp dolaşırken, dedim ki; bu bayram aynı zamanda yılbaşına denk geldi, 2007'ye girdik. Fiziksel olarak 2007 nin içerisindeyiz, ancak zihinsel ve duygusal olarak kaç yıllarındayız. Kalp ve düşünce düzleminde hangi yılları yaşıyoruz...



Bayram çoşkusunu, rüzgarını arkamıza aldığımız bir yıl farklı olmalıydı, bu yüzden 2007 yılını İş'ten öte öze dönüş yılı ilan ettim kendime.

Artık hayatımda sadece Berk Bey, İdil Hanımlar olmayacak, artık film afişlerinde, İbrahim Amcaların, Mehmet Emmilerin, Fatma Teyzelerin, Mustafaların da ismi yazacak.

2007 özümüzde olan güzellikleri araştırma, anlama, anlamlandırma, yaşama ve paylaşma yılı olacak... Başka türlü nereye kadar taşınabilir ki bu maddi esaret zincirleri, nereye kadar karşı koyabiliriz ki metropollerin çekim kuvvetine...

Neden olmasın? 2007 öze dönüş yılı olsun... Dünya da bu manevi kalp spazmlarından rahatsız olduğu ve bir arayış içerisinde olduğu için 2007 yılını Unesco, Mevlana yılı ilan etmedi mi? O halde biz niye akıntının tersine kürek çekelim.

Bizler de kendi iç dünyamızda 2007'yi öze dönüş yılı ilan edip, gerekli aksiyonları alalım ve hepsinden önemlisi bu aksiyonlar doğrultusunda davranış değişikleri ortaya koyalım. İşte o zaman, ne zincir, ne maske, ne çekim, iş tanımı, ne performans görüşmeleri, ne de hedefler... Hepsi sadece birer küçük ayrıntı...

Sevgilerimle
y=f(yuce) | Yüce Zerey