25 Kasım 2006 Cumartesi

iPodizm ve Bireysel Gerçeklik

iPodizm ve Bireysel Gerçeklik


İş dünyasının gündemini belirleyen dergilerden biri olan Business Week, geçtiğimiz günlerde, gelirleri, büyüme oranları, kârlılıkları, marka algıları gibi kriterleri göz önünde bulundurarak 2005 yılında dünyanın en iyi performans gösteren ilk 50 şirketini açıkladı. Listenin ilk sırasında kim var diye incelediğimizde liste başı olarak Apple Computer’ü görünce açıkçası hiç şaşırmıyoruz.


1997 yılında neredeyse iflasın eşiğine gelen şirketin başına, efsane yöneticileri, kurucu ortaklarından biri olan Steve Jobs getiriliyor, böylece Apple Computer’deki değişim süreci başlamış oluyordu. Jobs operasyonel verimliliği sağladıktan sonra, yetenekli tasarımcı ve pazarlamacılardan oluşan ekibini yeniden sisteme dahil ediyor, sistem içerisindeki nitelikli kadroların da motivasyonunu yükseltiyordu. Yaşanan tüm bu gelişmeler sonucunda, 2001 yılının başında Apple Computer kaderini yeniden değiştiren ürünü piyasaya sürüyordu. Bu ürün gençler arasında bir akım başlatan (iPodizm), web multimedia paylaşım kurallarının yeniden tanımlanmasına (Podcasting), pazarlama mecralarının genişlemesine yol açan iPod’tan başka birşey değildi...iPod satışları ile zirveyi yakalayan Apple Computer, yılın ilk çeyreğinde kârını A arttırarak 410 milyon dolar yapıyordu.


“iPod, Apple firması tarafından çıkartılan bir sabit tabanlı mp3 çalardır.”


iPod, piyasaya sürüldüğünde yepyeni bir tasarım harikası olan ClickWheel (tıkla-teker) ile kullanımda bir çığır açıyordu. Kullanıcı parmağını ClickWheel üzerinde gezdirdikçe menüler arasında geziyor, sesi ayarlayabiliyor, şarkıyı ileri geri sarıp MP3 teknolojisindeki 5 yıldız üzerinden yapılan değerlendirmeleri düzenleyebiliyordu.


Tabi ki iPod''un bu başarısı sadece ClickWheel''a bağlı değildi. 60gb gibi bir boyutta saklama kapasitesi onun rakipleri arasından kolayca sıyrılmasına yardımcı olan bir başka özelliğiydi. 60gb ile yaklaşık olarak 15.000 adet ortalama bir mp3 dosyası barındırabiliyor, bunun yanında taşınabilir disk özelliği ile kullanıcıların büyük kapasiteli bir diske sahip olmalarına imkan veriyordu. Bu kadar büyük kapasitesine rağmen olabildiğince küçük boyutları, onu alanında en aranan cihaz haline getirdi.


İş dünyası iPod’un hikayesine benzer bir hikaye ile Sony Walkman sayesinde tanışmıştı. Sony 1950’li yıllarda teyp cihazını icat etmiş ve bu buluş ile tüm dünyayı sarsmıştı. Sony’nin onursal başkanlarından Masaru Ibuka önderliğinde ilk walkman 1979 yılında “Soundabout” adıyla Amerika’da, “Stowaway” adıyla da İngiltere’de piyasaya sürülmüştü. Sonra da “yuppie” lerin sahiplenmesiyle cihazın satışlarında inanılmaz bir ivme yaşandı, günümüze kadar geldi.



Ancak yıl 2006 ve iki vakanın arasında ciddi bir fark ön plana çıkıyor. Her iki üründe kendi içerisinde bir kitle tarafından benimseniyordu ve sosyolojik devinimlere yol açıyordu. Ama Sony piyasaya Walkman’i sürdüğünde, piyasada muadili herhangi bir ürün yoktu. Tek muadil ürün, yine Sony tarafından piyasaya 1959 yılında sürülen mono ses çıkaran gazeteci teypleri idi. iPod’un ise şu anda yüzlerce muadili var, Çin’de amiyane tabiri ile, “iPod muadili ürünleri almayanı dövüyorlar.” Apple Computer’ün rakamlarına da yansıyan bu başarısının altında yatan iki temel faktör bulunuyor.

Birinci faktör, Apple’ın Steve Jobs ( ünlü Apple CEO’su) ve Guy Kawasaki (Apple pazarlama direktörü)’nin, insanların kavram kabı metodolojisine ve bilinç düzeylerine hakim olmaları, gençliğin eğilimlerini net okuyabilme yetileri. Böylelikle, kafalarımızda iPod diye bir ürün kategorisi açmaları ve bu kabın içerisine, “bireysellik, genç yaklaşım, gelişim ve değişim odaklılık, esneklik, kural tanımama, asilik,” ve benzeri kavramları doldurmaları ve bütün pazarlama planlarındaki mesajları bu kavramlar çerçevesinde, seçilmiş hedef kitleye uygun mecralarda, uygun frekanslarla veriyor olmalarıdır. Örnek olarak bir Apple reklamının yazılı metinini incelersek, Apple ve iPod kavram kaplarının derinliğini daha iyi analiz edebiliriz.

“Çılgınlar, uyumsuzlar, asiler, baş belaları, eski köye

yeni adet getirenler... Onlar kural düşkünü

değildirler ve statükoyu umursamazlar. Onlardan

yararlanabilir, onlara karşı çıkabilir, onları

yüceltebilir veya alçaltabilirsiniz. Yapamayacağınız

tek şey onları görmezden gelmektir; çünkü onlar

değişim yaratanlardır. Onlar insanlık koşusunu bir

adım ileri götürenlerdir. Bazıları onlara deli

diyebilir. Bizim için onlar birer dahidir. Dünyayı

değiştirecek insanlar, onu değiştireceklerini

düşünecek kadar çılgın olanlardır.”

İkinci faktör ise tüm dünya vatandaşlarının gün geçtikçe daha da bireyselleşmesi. Dünya vatandaşlarını şimdilik bir kenara bırakacak olursak, toplumumuzun özellikle 1995’lerden itibaren bireyselleşme seyrine girdiği açıkça görülüyor.

En son ne zaman,

komşunuza ailece oturmaya gittiniz?

otobüste yanınıza biri oturduğunda sohbet ettiniz?

asgari 4-5 kişi, TV karşısında oturup, hiç tartışmadan aynı programı seyrettiniz?

kalabalık kitleler halinde akşam yemeği yediniz?

özel günlerin haricinde akrabalarınızı ziyaret ettiniz?

Eğer yukarıdaki aktivitelerin çoğunluğunu gerçekleştiriyorsanız, bireyselleşenler evreninde yalnız kalan kalabalıklardansınız...

Sadece istediğimiz, sevdiğimiz insanlarla konuşmak istiyoruz, istemediklerimize telefonları hatta kapıları bile açmıyoruz. Şehirler arası seyahatlarde mola verildiğinde, hem cep telefonlarına sarılıp sohbet ediyor ve vaktimizi değerlendiriyoruz. Birini beklerken karşımızda tanımadığımız birinin yüzüne veya insanlara bakmaktan ziyade, elimizdeki cep telefonu ile oynuyor sağa sola mesaj çekiyoruz.

Peki ya diz üstü bilgisayarlara ne demeli? Dünyamızı değiştiren, iş yapısını değiştiren modernitenin dizlerimizin üzerine hediye olarak bıraktığı, bütün gün bakıştığımız, konuştuğumuz, yazıştığımız, modern çağın Bihter Hanımları, Eflatun Beyleri... Gözlerimizi onlardan alamıyoruz, tutkulu bir aşk yaşıyoruz, onları işe götürüyoruz, evimize götürüyoruz, hatta yatağımıza alıp orada çalışıyoruz, tatile çıkarıyoruz. Tamamen bireysel ve kendi özgürlük alanımıza göre KİŞİSEL’leştiriyoruz. Böyle bir toplumda, insanlarla iletişimden kaçınmanın bir düstur olduğu bir dünya da Apple Computer birinci olmayacak ta ben mi olacağım... Tabiki Apple Computer’ün hem ürün kalitesi, hem de pazarlama dehası reddedilemez. Ancak bireyselleşme ve toplumsal değişimlerinde farkında olmak, biraz da teknolojiden kafamızı kaldırıp insanların yüzüne bakmak gerekiyor!..


Yüce Zerey


y = f (yuce )


Nisan 2006